On dokuzuncu yüzyılın değişim ve dönüşümler sahnesinde uluslararası fuarlar da kendisine önemli bir yer bulmuş. Öyle ki Avrupa’da yaygınlaşmaya başlayan bu geniş çaplı fuarlara ev sahipliği yapmak ve katılmak, dönemin siyaseti içerisinde önemli bir prestij meselesi olarak görülmüş. Uluslararası düzeyde görünür olmanın, tanınmanın ve akabinde alkış almanın en şaşaalı yollarından biri olsa gerek… 1851 yılında Londra’da gerçekleşen ilk uluslararası fuardan sonra farklı merkezlerde fuarların gerçekleştirilmesi planlanacak, herkes bir “diğerini” izleyecek, ekonomiler boy ölçüşecek, kültürel “şölenler” yaşanacaktı. On dokuzuncu yüzyıldaki bu “sergi/fuar” heyecanı Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır’a da sıçrayacak ve bu devletlerin kendilerini Batı’nın bir parçası olarak gösterebilmeleri açısından fuarlara büyük bir önem atfedilecekti.
Sergi-i Umumi-i Osmanî
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk büyük çaplı uluslararası fuar, namıdiğer Sergi-i Umumi-i Osmanî, 1863 yılı şubat ayından temmuz ayına kadar sürmüş. Bu sergi ile Osmanlı, ekonomisine rekabet gücü kazandırmayı, ekonomideki problemleri ortaya koymayı ve bunlara çözüm yolları aramayı amaçlamış. Sergi öncesinde hazırlanan 1862 yılına ait nizamnamede de belirtildiği gibi fuarda sergilenecek olan ne varsa Osmanlı sınırları içerisinde üretilmeliydi ve yabancı ülkelerden gelen eşyalar belli başlı sınırlamalara tabi tutulmalıydı: “Memâlik-i Mahrûse-i şahanede husule gelen bi’l-cümle emti’a ve eşya-i sınaiye ve arziye ve madeniyât ve âlât ve makineden her ne konulur ise kabul olunacağı misüllü memalik-i ecnebiyeden dahi yalnız çiftçilik ve bahçıvanlığa müteallik olan ve dükkân ve evlerde istimal olunabilen âlât ve edevat kabul ve idhal olunacaktır”. (Osmanlı sınırları içerisinde üretilen mallar; tarım, sanayi ve madencilik ürünleri ve alet edevatları kabul olunacakken yabancı memleketlerden yalnızca çiftçilik ve bahçıvanlıkla ilgili olan, dükkan ve evlerde kullanılabilecek alet edevat kabul edilecek ve sergiye dahil edilecektir.) Fuarın amaçları ve içeriği göz önüne alındığında serginin “uluslararası” olmaktan ziyade daha “yerel” bir boyutta kaldığı düşünülebilir. Ancak bu noktada sergi sahibinin Osmanlı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Ev sahipliği yaptığı bu fuarda Osmanlı, ağırlıkla kendisini ve kendisinin modernleşen endüstri içerisinde nerede olduğunu gösterecekti. Bunun için de takdirleri ve alkışları toplatacak düzenlemelere şaşırmamak gerek.
Serginin idaresi ve düzenlenmesi için bir üst komisyon oluşturulacak ve bu komisyon tarafından gerek İstanbul’da gerek diğer vilayetlerde valiler ve kaymakamlardan mürekkep komiteler oluşturulacaktı. Her bir komite kendi dairesi içerinde, sergiye gidecek ya da gidemeyecek eşyaları birbirinden ayırmak ve gidecek eşyaları da sergiye ulaştırmakla görevliydi. Komiteler tarafından gönderilmeyen ya da komite tarafından gönderildiğine dair herhangi bir kıt’a pusulası taşımayan eşyalar sergiye alınmayacaktı. Tehlike arz eden yahut kısa zamanda bozulabilecek meyve sebze gibi ürünlerin sergilenmesi de yasaktı. Yurt dışından gönderilecek olan mallar ve eşyalar için ise Osmanlı elçileri ve şehbenderleri görevlendirilmişti. Sergide sunulacak olan her şey için toplamda on üç adet pavyon oluşturulmuştu. Bu denli geniş çaplı düzenleme ve kontroller, Osmanlı Devleti’nin ev sahipliği yapacağı fuara verdiği önemin başlı başına göstergesi sayılabilir.
Uluslararası ölçekteki bu fuarların genellikle ekonomi boyutuna ağırlık verilse de kültürel boyutu üzerinde belki daha fazla durulmalı. Yerli ve yabancı basında kendisine yer bulan Sergi-i Umumi-i Osmanî, aralarında birçok gazeteci, girişimci, sanayici olan turistlerin de oldukça ilgisini çekmiş. Hatta, Osmanlı’da Batılı anlamda turizmin de 1863 İstanbul Sergisi ile başladığı kabul ediliyor. Ziyaretçilerin daha eğlenceli vakit geçirebilmesi için cuma ve cumartesi günleri Asakir-i Nizamiye-i Şahane Mızıkası ücretsiz konserler vermiş. Erkekler hafta içi her gün sergiyi gezebilirken, kadınlar için çarşamba ve cumartesi günleri ayrılmış. Daha fazla ziyaretçi çekebilmek için toplu taşıma ücretleri de azaltılmış. Yerli ve yabancı belki yüzlerce kişinin sergide bir arada bulunmaları, burada alışveriş yapmaları, bir şeyleri izlerken ya da satın alırken aralarında geçen konuşmalar… Bütün bunlar serginin kültürel boyutunu yansıtmaya yetiyor. Ancak sergi içi etkinlikler hakkında ayrıntılı bir bilgiye ulaşamadım.
Hatıra Sikkesi
Bu fuar konusunda ilgi çeken şeylerden bir tanesi de hatıra sikkesiydi. Bugün birçok müze, fuar ve sergide uygulanan, o etkinliği anımsatacak bir anı olarak ziyaretçilere sunulan (genellikle düşük ücretler karşılığında satılan) bozuk paraların, aslında eski bir geleneğin devamı olduğunu bu sayede öğrendim. Aşağıdaki görsellerde bu hatıra sikkesini görebilirsiniz.
Sikkenin bir yüzünde, At Meydanı’nda inşa edilen geçici sergi binasının kabartması görülüyor. Her ne kadar ayrıntısı belli olmasa da bu binanın kapısının üstünde yazılı olan Sergi-i Umumi-i Osmanî ibaresi seçilebiliyor. Alt kısımda, hicri 1279 yılı işlenmiş. Üst tarafta ise Hirfet – Sanat – Ticaret kelimeleri güzel bir hat ile yazılmış. Sanat ve ticaret ne demek biliyorsunuz zaten, hirfet ise en basitleştirilmiş tabiriyle zanaatkarlık ve esnaflığın genel adıydı. Hirfet, çok ayrı bir yazının konusu olabilecek geniş bir kavram olduğu için şimdilik burada bırakıyorum.
Sikkenin diğer yüzünde ise bir hilalin içerisinde üç parça metin görünüyor. Ortada, serginin düzenlendiği tarihlerde tahtta bulunan Abdülaziz Han’ın adı işlenmiş. Altta, yine Abdülaziz Han’a hitaben, “Melik üd-Devlet-ül Osmaniye”, yani Osmanlı Devleti padişahı yazılmış. Üstte ise “el-Müstenid bi Tevfîkâtir-Rabbaniye” yazıyor. Bu da, yine basitleştirerek anlatmak istersek, gücünü Allah’ın yardımından (tevfîkinden) alan anlamına geliyor. Hepsini bir bütün olarak düşünürsek, Gücünü Allah’ın Yardımından Alan Osmanlı Devleti Padişahı Abdülaziz Han gibi okuyabiliriz.
Okuma Önerileri
Sergi-i Umumi-i Osmanî hakkında ayrıntılı bilgi edinmek istiyorsanız, Rıfat Önsoy’un Belleten’de yayımlanan makalesini okuyabilirsiniz. Tarım ürünlerinden silah ya da müzik aletlerine kadar sergide nelerin bulunduğu ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Bunun dışında, Osmanlı’nın düzenlediği yahut katıldığı uluslararası fuarlar üzerine Zeynep Çelik’in Displaying the Orient isimli harika bir eseri var. Çelik bu eserinde daha çok sergilerdeki mimari yapılara odaklanıyor.